OKUYANLAR İÇİN EKRAR OLACAK AMA OKUMAYANLAR OKUSUN .... TAVSİYE EDERİM :)))
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7771
Ergenekon operasyonu, bu büyük dönüşüm projesinde "Yeni Devlet'in"
müttefikleriyle birlikte kurguladığı kilit operasyonlardan biridir;
bir "temizlik" yani kadro operasyonudur.
Operasyonun çekirdek-merkez dinamiğine hakim olan Devlet, o yüzden
makro hedeflerine hizmet edecek şekilde kurunun yanında yaşları da
yakmakta bir mahzur görmemektedir.
Ellerinde, işleri bittikten sonra kamuoyu tanrılarının önüne atılacak
savcılar, bolca komiser ve medya bulunmakta nasılsa.
Toz bulutları dağıldığında, "Yeni Devlet'in müttefikleriyle ortak
oyuncağı olan "Gladio-Ergenekon"kendini daha iyi perdelemiş,
ayakbağlarından kurtulmuş ve kamuoyunda "Derin devlet/çeteler/ gladio
artık pasifize edildi" şeklinde sahte bir güvenlik hissi yaratmış
olarak yoluna devam edecektir.
2009-2012 arasında gerçekleşecek "esas darbe" ve beraberinde gelecek
siyasi paradigma değişimi, kontrol dışı unsurlar temizlendiği için çok
daha kontrollü gerçekleşecektir.
Bu yanıyla Ergenekon, bir bakıma "9 Mart'tan önce yapılan bir 12 Mart
"operasyonudur.
--------------------------------------------------------------------------------
Tespiti baştan yapalım, ayrıntısına sonra girelim…
"Ergenekon" bir kadro operasyonudur.
"Ergenekon" bir "Yeni Devlet" operasyonudur.
"Ergenekon" bir darbe üzerinden Türkiye'yi federalleştirecek esas
darbe sürecini kolaylaştırma ve gizleme operasyonudur.
Burada, "operasyon" ile yargı sürecini değil, bu yargı süreci ile
şekillendirilen kamusal siyasi alanı kastettiğimi de ayrıca
vurgulamalıyım.
Hiç kimse işin sadece bir AKP operasyonu olduğunu zannetmesin. Devleti
belediye zannedenlerin çapını fazlasıyla aşan bir konu bu..Bakmayın
siz Tayyip Erdoğan'ın "MİT ve Emniyet bana bağlı" demesine. Bu cümleyi
biraz da tersten okuyun, MİT'in kendisine her şeyi söylediğini
varsayan bir başbakanın naifliğini görün o cümlede. O kadar tavize
rağmen, AB tarafından her tersyüz edilişinde "ahde vefa" gibi bir
kavrama sığınan bir Başbakan'dan söz ediyoruz.Uluslararası politika ve
diplomaside hiç de ciddiye alınmayacak bir kavramdan medet uman
Tayyip Erdoğan'ın bırakın Devlet'i, danışmanlarını bile doğru
okuyabildiğini varsaymak hatadır.
O yüzden Erdoğan, "Ergenekon" operasyonunun ancak çeperinde yer alan
bir isimdir.
Son günlerin moda tabirleri-merkez ve çeper-üzerinden tezimizi derinleştirelim.
"Ergenekon" operasyonu iki katmanlı bir operasyondur. Merkez ve çeper
dinamiklerden oluşmaktadır.
Merkez ve çeperin bu operasyondan anladıkları da; hedefleri de,
metodolojileri de farklıdır ama birbirlerini dengeleyecek ve eninde
sonunda çeperin feda edileceği bir rota izlenmektedir.
Merkez, "Yeni Devlet'in kontrolünde; çeper ise "Yeni siyaset"in kontrolündedir.
"Yeni Devlet" kilit tepe noktadaki askerî, güvenlik, istihbari ve
ekonomi bürokrasisinin dış müttefikleri ile kesiştiği noktada
kristalize olan bir oluşum.
Telafer'de Türkmenler katledilirken seyredip Afganistan'a Taliban'la
mücadele için özel kuvvet yollayan Genelkurmay da,Öcalan'dan bir
akademisyen ve vizyoner çıkarmaya çalışan MİT; Alman istihbaratının
2000'lerdeki benzer operasyonunun ismini aynen benimseyerek,
çeteci-darbeci-tetikçi-meczup tiplemelerle vatanseverleri aynı
"Ergenekon" çuvalına dolduran Emniyet, hep aynı devletin unsurları.
Merkez; müttefikleri ile ortak hedefi çerçevesinde içeri aldırdığı
isimlerle, müttefiklerinin kendi devlet içi çatışmalarına da destek
atıyor. O yüzden ABD devleti içindeki çatışmalarla, Türk Devleti'nin
içindeki çatışma ve ayrışmalar aynı paralellikte seyrediyor. O yüzden,
CİA'den referans alacak kadar rengini belli eden Gülen'in gazetesi,
siyonist neo-con Rubin'i hedef tahtasına koyuyor.
Merkez; içeri aldırdığı tetikçinin, istihbaratçının, öğretim
görevlisinin-bu içeri alınanların bir çoğu farkında olmasa da-bir
katman ötelerinde hangi yabancı servisin hangi kanadının yer aldığını
çok iyi biliyor.Ama bunları alenen beyan etmek, "alemin raconuna" ve
kurmak istedikleri yeni dengelere aykırı olduğu için, çeper'in
perdeleme ve sansasyonlaştırma yeteneğini kullanıyor.
Çeper, haliyle ve rolü itibarıyla olayın "cadı avı" boyutunu aşabilmiş değil.
Önüne atılan karikatürize bir "derin devlet" öcüsü üzerinde tepinip
duruyor. Kahramanmaraş'tan Susurluk'a geçmişin bütün sicili bu
karikatürize derin devlete yıkılıyor.
Bir tür "liberal ve dinci" mezesi olarak servis edilen bu "Derin
devlet masalları", hem gerçek derin devleti kamufle ediyor, hem de
"Yeni Devlete" toplumu müttefikleri ile üzerinde uzlaştıkları küresel
plan üzerinden yeniden dizayn etme şansı tanıyor.
Merkez, çeperin siyasi hedeflerine saygı göstermiyor değil. O yüzden
AKP'nin muhalifleri de, Genelkurmay'ın muhalifleri de bu operasyonda
tetikçiler/darbeciler/ meczuplarla birlikte paketlenenler arasında.
Bu 'muhalif kotası' AKP'ye ve Genelkurmay'a, hem alt kadrolarda, hem
de toplumda bilinci ve dolayısıyla iç direnci yükselten isimleri
pasifize etme şansı tanırken, operasyonun çekirdeğini de bir sansasyon
bulutu arkasına gizliyor.
"Darbe günlükleri" darken, darbe günlüğü tutmayacak kadar zeki, sinsi
ve ketum olanları; Mustafa Balbay darken, Pentagon lahikalarında adı
geçenleri göz ardı ediyoruz.
Açıkçası: 2009'la birlikte derinleşecek küresel ve ulusal kaostan
Türkiye' "yapıcı bir krizle", yeni bir siyasi paradigma ve dönüşmüş
olarak isteyenlerin "esas darbesi" mevcut darbe goygoyculuğu ile
perdeleniyor.
Kendini Atatürk veya lider zanneden kıt akılların yanına 2004'ten,
2005'ten beri yerleştirdikleri meczup ve tetikçilerle tarlayı ekenler,
şimdi hasadı topluyor.
Peki çeperdekiler olayın ne kadar farkında?
Geçici bir dinlenme sonucu, "küllerinden yeniden doğacak bir Anka
kuşu" olarak kurgulanan Erdoğan'ın bilmesi gerektiği kadar farkında…
Bu operasyon öncesinde karşısındaki caddeye "Gladyo" isimli bir dükkan
açılsa, bunu İtalyan ayakkabı markası zannedecek olanlar ise hiç
farkında değil.
Süreç ilerledikçe, çekirdeği korumakla yükümlü her çeper gibi (meyve)
işlevlerinin sona ereceğini ve kamuoyu tanrılarına kurban
edileceklerini biliyorlar ama çok da umurlarında değilmiş gibi bir
havaları var.
Mesleklerinin ilkelerini, hukukunu, etiğini bu kadar fütursuzca
ayaklar altına alanların ya akıllarından şüpheleri vardır, ya da
geleceklerinden emindirler. Bekleyip göreceğiz.
Merkez-çeper ilişkisisn daha netleştirmek için sorularımızı çoğaltalım.
Merkez, çeperi nasıl kontrol ediyor?
Sakka operasyonu sırasında kurulan ilişkilerin devamından söz etmiyorum.
Merkezin çeperle yüz göz olmadan, kendini çeperden bile sakınarak
yaptığı müdahaleler söz konusu.
Mesela medya…
Bariz olan kısmı, "RTE Ajans Haberleri" olarak kodlanan bölümü kastetmiyoruz.
Önemli olan, görünürde bu operasyona karşı gibi görünenler üzerinden
çekilen ince ayarlar.
Mesela Hürriyet ve Cumhuriyet.
Hürriyet, "Şerefsiz Ödlek" başlığıyla 3-5 bin kişinin okuduğu bir
sitedeki yazar kavgasını manşetine taşıdığında tarih 30 Haziran
2007'ydi…
Ben, bu manşetten 3 gün once gözaltına alındım.
Savcı bana Hürriyet'in manşetini gösterip, "Seni gözaltına aldırma
gerekçelerinden biri de bu; burada bir tehdit gördük" dediğinde ise,
tarih 30 Haziran'dı, yani manşetle aynı gün…
Hürriyet'in 3 gün sonra atacağı manşet yüzünden gözaltına alınmıştık!
Aynı Hürriyet, hani şu Ergenekon'daki usulsüzlüklere tavır alan
Hürriyet, geçenlerde yine bir haber yaptı.
İkinci gözaltına alınışımızda, bilgisayarımızdan "yeni darbe
günlükleri" çıktığını, "darbeci olduğumuzu, hem de darbeyi MSN
üzerinden ve emekli paşalarla konuşacak kadar salak olduğumuzu yine
Hürriyet'ten öğrendik. Hürriyet'in bir yandan Ergenekon mağduru
yaratıp, bir yandan Ergenekon mağdurlarına ağıt yakması anlamlıydı.
Cumhuriyet'e gelince…
Atılan el bombaları ile bizzat bu operasyonun nesnelerinden biri
olmasına rağmen, İlhan Selçuk alınana kadar Ergenekon mağdurlarını
Cumhuriyet sayfalarında ara ki bulasınız…
Selçuk alınınca "Susmayacağız" diye manşet atan Cumhuriyet'in yine o
nitelikli sessizliğine dönmesi için 4-5 gün yetti.
Balbay'la birlikte yine aynı yaygara koptu. Cumhuriyet yine nitelikli
bir sessizliğe bürünecek mi? Kurbanın ahlâkını değil, mağduriyetini
benimseyip Brüksel sendromu sergilemeye başlayacak mı? Bekleyip
göreceğiz.
Merkez'in çeperi, sınırları aştığı noktada medya ile terbiye
ettiğinin örneğini hep birlikte tecrübe edeceğiz.
Merkez-çeper dinamiğini deşmeye devam…
Ergenekon operasyonunun merkez dinamikleri ile çeper dinamiklerini bir
arada tutan iki temel mutabakat var.
Bu mutabakatlardan birasi, Türkiye'de "Yeni Siyaseti" şekillendiren
AKP-Genelkurmay mutabakatı.
İkincisi ise, "Yeni Devleti" kurgulayan; "Devlet" ile
"müttefiklerini", hem kendi içlerindeki rakiplerini/ direnç
noktalarını ortaklaşa bertaraf eden, hem de yeni küresel plan
konusunda uzlaştıran mutabakat.
AKP-Genelkurmay mutabakatı, bunların içinde en berrak olanı.
İki yıl once, "Hilmi Özkök şiir gibiydi, Yaşar Büyükanıt ninni gibi
olacak" diye yazdığımızda bize kızanlar, şimdi resmi daha net
görüyorlar.
Topluma karşı yürütülen ve AKP'ye oy kazandırmaktan başka hiç bir işe
yaramayan e-muhtıralarla renklendirilen bu kayıkçı kavgasına analitik
ve tarafsız gözle bakan herkes görebilir bu mutabakatı.
2002 yılında kaleme aldığımız, "Hac yolunda değil, Haç yolunda"
başlıklı rapordan beri bu tezi açıkça savunuyoruz. Bir ABD-NATO
projesi olan "ılımlı İslamın" siyasi taşıyıcısı olan AKP ile, darbe
yaptıktan sonra bile ilk işi NATO'ya sadakat bildirmek olan bir
yapının, temelde çatışmayacağını, sorun çıkaran kadroların tasfiye
edileceğini ve bu arada, "tepeyi" hâlâ kendinden bilen "tabanın"
gazını almak için göstermelik sahneler kurulacağını söylüyoruz.
Bütün bunlar, "Genelkurmay AKP'ye hizmet ediyor" veya "Erdoğan askerle
anlaştı" görüntüsü altında yapılamayacağı için, kabaca "ayranın
köpüğünü kabart, sonra köpüğü temizle" operasyonu olarak
nitelendirebileceğimiz "Ergenekon", 2004-2005'ten beri kurgulanıyor.
Ordu içinde ve dışında yapılan yemleme operasyonları ile belli başlı
tuzaklar etrafında toplanan darbe/cunta/terör heveslileri ve kendini
Atatürk zanneden bazıları; ülkelerinin sömürgeleştirilmesine karşı hem
AKP'ye, hem Genelkurmay'a,hem AB'ye, hem de ABD'ye karşı fikirleriyle
siyaseten örgütlenmekten başka bir "suçu" olmayanlarla aynı Ergenekon
çuvalı içine dolduruluyor.
Generaller orduevlerinden toplanırken, "dostlar alışverite görsün"
kabilinde bir açıklama yapan Genelkurmay'ın; yargıya ve hukuka bu
kadar saygılıysa, bu cuntacı eğilimleri neden daha once tespit edip,
kendi askeri yargı sistemi içinde yargılayıp Türk generalinin ulusal
ve uluslararası kamuoyunun gözü önünde koluna girilip götürülmesine
izin verdiği, cevaplaması gereken önemli bir sorudur.
Başörtüsü bir siyasi simgedir de, "koluna girilen paşa" siyasi simge
değil midir?
Acaba TSK'nın manevi şahsiyetinin alenen aşağılanmasına zemin
hazırlamak da suç mudur?
AKP-Genelkurmay mutabakatını sadece bir Erdoğan-Büyükanıt veya
Erdoğan-Başbuğ görüşmesine indirgemek de yanlıştır.
Neticede bütün bu buluşmalar, "önce psikolojik olarak borçlandır,
sonra tavizi kopar" stratejisinin meyve toplama seanslarıdır. Kadro
hareketinin ayrıntılarından, Selimiye'yi otel yapma projesine kadar
pek çok meyve konulabilir o sepete…
Büyükanıt Şemdinli ile; Başbuğ "ağlama duvarıyla" borçlandırılıp sonra
babalarından kızları istenmiştir "niyetimiz ciddi" taahütleri altında…
AKP-Genelkurmay mutabakatının ayrıntısını merak edenler, bu konuda
kaleme aldığımız onlarca yazıya bakabilirler.
Ama şu asla unutulmamalıdır:
AKP-Genelkurmay mutabakatı, daha küresel/makro bir uzlaşma olan ve
"Yeni Devleti" şekillendirecek olan "Devlet ve müttefikleri"
mutabakatının sadece bir alt kümesidir.
Nedir bu makro mutabakatın özü?
"Devleté ile müttefikleri arasındaki çok ayaklı; bazen kendi içinde
çekişmeli ama nihayetinde en milliyetçi geçinenlerin bile "ehven-i
şer/parçalanmaktan iyidir" mantığıyla yanaştığı bir limandan söz
ediyoruz…
"Devlete Mektup, Yüzde 40 Artı 7- Teslimiyet-Temsiliyet Dengesi"
başlıklı yazımızda Devletimize bu mutabakatla bir hata yaptığını
sesimiz çıktığınca duyurmuştuk.
Duyurmaya devam edelim….
Haritalarında farklılıklar gözlense de (Ortadoğu eksenli-Kafkasya
eksenli); üniterizm/federalism kavramı henüz netleşmese de,
demokrasi/otoriterizm dengesi tama olarak oturmasa da, sonuçta
"Neo-Osmanlı" olarak kodlayacağımız bir formül bu.
Bu formüle biat ettiğinizi, ofisinizdeki bir tuğra ile rahatça
kanıtlayabilirsiniz; aynen bir öncekinin biat sembolü Atatürk resmi
olduğu gibi…
Cumhuriyeti'nin 80. yılında daha Anadolu'nun altındaki kaynakları ve
üstündeki insanlarını adam gibi sayamayan, kontrol edemeyen bir
devlete, "Cihan İmparatorluğu" hayalleri kurdurtan bir LSD hapı bu.
Hatırlarsanız, İstanbul'daki NATO zirvesi sırasında, Topkapı
Sarayı'nda dünya liderlerine bir konser verilmişti. O konserde
İngiltere Başbakanı Tony Blair "şaka yollu" Erdoğan'a "Ofisinizi
buraya taşısanıza" demişti. İşte bu şakayla başlayan, Erdoğan'ın
ofisini Dolmabahçe'ye taşımasıyla sembolleşen, Merkez Bankası'nın
İstanbul'a taşınması planlarıyla eko-politik bir boyut kazanan ve
Boğazı da İngiliz savaş gemisinde kraliçenin yemek davetine icabet
edecek kadar makro siyasetten bîhaber bir Cumhurbaşkanı ile boynumuza
dolanan bir zincir bu.
Bu sahnede karizmasını kiralayan lider olarak rol alan devletin adamı,
(Devlet Adamı ile aynı şey değildir. Bu konudaki tezi "Batı Bey'in Can
Polat'I Erdoğan" başlıklı yazımızda bulabilirsiniz.)
Erdoğan'ın hakkını yememek adına, aşağıdaki tespiti de yapmak zorundayız.
İstanbul'a taşınma furyasını ilk kim başlattı?
Atatürk'ün kurduğu ve CHP'nin hisse sahibi olduğu İş Bankası…
Dolayısıyla, "Neo-Osmanlı Treni", kâh Tanrı Dağı mavisi, kâh Hıra Dağı
yeşili tonlarla, gidecekleri yer konusunda olmsa da, artık
terketmeleri gereken yer konusunda mutabakatlara varmışların treni
olarak çok önceden yola koyuldu.
Bu trenin raylarını döşeyenlerin; Türk Devleti'ne bu "Neo-Osmanlı"
rüyasını gördürme karşılığında istedikleri bir bedel var elbette…
Nedir bu bedel?
Bedeli görmek istiyorsanız, ABD ile imzalanan nükler işbirliği
anlaşmasına bakın…
Bedeli görmek istiyorsanız, Tayyip Erdoğan'ın iktidara gelir gelmez
imzaladığı ve Türkiye'yikorumak zorunluğu olduğu kilometrekare toprak
başına en fazla tanker uçağına sahipülke konumuna getiren tanker uçağı
anlaşmasına bakın…
Bedeli görmek istiyorsanız, Telekom'dan madenlere artık takip
etmekten yorulduğunuz ihanetlere bakın.
Maddi bedellerden değil, geleceğimizin kontrolünü vermekten söz ediyorum.
"Büyümene izin veririm, sana kapıları açarım ama karşılığında bu
geminin kaptan köşkünde kalıcı bir yer ve bu geminin kaptanlarının bu
gemiyi özgür denizlere sürmeyecek uyumlu kadrolardan oluşacağının
garantisini isterim"
şartını kastediyorum…
İşte bu şart şimdi,bir yandan "temizleme", diğer yandan "yetiştirme"
operasyonlarıyla yerine getiriliyor.
F tipi ve M tipi cemaatler o yüzden AB-D'nin "kariyer-net"i gibi çalışıyor.
O yüzden, Fethullah Gülen'in en parlak çocuklarını kapsayan "Altın
nesil" projesi, Pentagon'unkiyle aynı adı taşıyor.
O yüzden, "liderlik", "kariyer planlama", "NLP gibi cafcaflı kavramlar
üzerinden nesil istihbaratı yapılıyor; nesil filitreleri
oluşturuluyor.
O yüzden Genelkurmay, "çağa ayak uydurma" adı altında, "İnsan
Kaynakları Yönetimi Sistemleri" uygulamaya başlıyor; "Çavuş bile
general olabilecek" manşetlerinin atıldığı dönemin hemen ertesinde
generaller, çavuşlar tarafından kelepçelenip Metris'e götürülüyor.
"Görevini en iyi yapan, vatana en iyi hizmet edendir" sloganını
hatırlıyor musunuz?
"Bu görevi bana kim, niçin Verdi" sorusunu sormayacak ebleh
profesyoneller isteniyor.
Mevcutların ne olacağı sorusunun cevabı ise "Ergenekon" operasyonunda
yatıyor. "Facebook Kriminolojisi ve 2020'lerin General Kadrosu"
başlıklı yazıyı tekrar okuyun.
"Ergenekon"la içeri alınan her isimle sırf kahve içti, bayram tebriği
attı, aynı toplantıda görüldü, telefonda görüştü diye kaç kişinin
siciline not düşüleceğini gözardı etmeyin…
Ya da şu soruyu cevaplayın:
Sizce ABD'nin sadece birini belirleme şansı olsa, 2020 yılında TSK'nın
mı, yoksa siyasetin mi üst kadrolarını belirleme şansına sahip olmak
isterdi?
Birilerinin Türk Devleti'ni üzerlerine geçirilen Yeniçeri
üniformasının aynı zamanda devşirilmişliğin sembolü olduğunu
göremeyecek kadar kör kadroların eline teslim etme ihtiyacı daha başka
sorularla da netleştirilebilir.
Sorular ne kadar çoğalırsa çoğalsın, cevabın özü değişmeyecektir.
Ergenekon operasyonu, bu büyük dönüşüm projesinde "Yeni Devlet'in"
müttefikleriyle birlikte kurguladığı kilit operasyonlardan biridir;
bir "temizlik" yani kadro operasyonudur.
Operasyonun çekirdek-merkez dinamiğine hakim olan Devlet, o yüzden
makro hedeflerine hizmet edecek şekilde kurunun yanında yaşları da
yakmakta bir mahzur görmemektedir.
Ellerinde, işleri bittikten sonra kamuoyu tanrılarının önüne atılacak
savcılar, bolca komiser ve medya bulunmakta nasılsa.
Toz bulutları dağıldığında, "Yeni Devlet'in müttefikleriyle ortak
oyuncağı olan "Gladio-Ergenekon"kendini daha iyi perdelemiş,
ayakbağlarından kurtulmuş ve kamuoyunda "Derin devlet/çeteler/ gladio
artık pasifize edildi" şeklinde sahte bir güvenlik hissi yaratmış
olarak yoluna devam edecektir.
2009-2012 arasında gerçekleşecek "esas darbe" ve beraberinde gelecek
siyasi paradigma değişimi, kontrol dışı unsurlar temizlendiği için çok
daha kontrollü gerçekleşecektir.
Bu yanıyla Ergenekon, bir bakıma "9 Mart'tan önce yapılan bir 12 Mart
"operasyonudur.
İtalya'daki "Gladio"yu araştıran savcının P2 Mason locasından
Başbakan'a, NATO'dan milletvekillerine kadar onlarca gerçek iktidar
odağını hedef aldığını unutturanlar, Ergenekon savcısını "Ergenekon
canavarına karşı tek başına savaşan savcı" olarak kamuoyuna
pazarlamaktadır. Bu savcı Türkiye'de Ergenekon/Gladio'yu araştırırken
neden hiç bir siyasiye, F tipi ve M tipi cemaatlere, NATO'ya, yabancı
istihbarat servislerine dokunmadı sorusu ise asla sorulmayacaktır.
Bırakın NATO'yu; bu savcı neden Özden Örnek'e dokunmadı sorusunu bile
soramamaktadır bu yazar kasalar…
Darbe yapmak suçtur da, darbeye yeltenmek sevap mıdır?
Yoksa Özden Örnek, Yeni Devlet'in yeni Mahir Kaynak'ı mıdır?
Aslında burada büyük resme bakıldığında nispeten küçük kalan bir
mutabakat daha var.
Çalık Holding=Berat Albayrak=Burak Örnek=Tolga Örnek=Ferit Şahenk=vs.vs.
Gördüğünüz gibi, Sinan Aygün'ü her hafta ATO'da Cuma namazını Cemil
Çiçek'le beraber kılmak kurtaramamıştır ama Özden Örnek ve
oğullarının başbakan ve damatlarıyla aynı kıbleden sebeplenmesinin işe
yaradığı görülmektedir.
İddianamelerin boylarının değil işlevlerinin önemli olduğunun
anlaşıldığı ve iddianameler cüceleşirken aklın, vicdanın ve hukukun
devleştiği bir ülkeyi görmek dileğiyle.
F tipi hücremden sevgi ve saygılarımla…
B.G
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
TÜRK MİLLETİNİN HABERLEŞME MERKEZİ " KİTLESEL GRUP"
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
www.kitlesel.com
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
GRUBUMUZ HAKKINDA BİLGİ:
- Grubumuz, vatansever, milli manevi değerlere saygılı, Ne Mutlu Türküm Diyene diyen herkese açıktır.
- Ana ilkemiz "Sözkonusu Vatansa Gerisi Teferruattır",
- Lütfen Siyasi parti propagandası yapılmasın.
- Her alanda bölünmelerin yaşandığı günümüzde, ben vatanseverim diyorsak birbirimize sevgiyle yaklaştığımızda, düşmanlarımızı ve bizi bölmek isteyenleri hüsrana uğratmış oluruz.
- İnternet sitesi reklamı, ürün satışı, hizmet ve ticari ilanlar, ve müstehcen görüntüler içeren iletiler kesinlikle yayınlanmayacaktır...
***Gruptaki iletilerden, iletileri gönderenler sorumludur.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
--> Haberin devamını okumak için tıklayın(Click to Read Source)...
ESPY Ödül Töreninden görüntüler

Kimler yok ki; Hayden Panettiere, Sophia Bush, Adriana Lima, Kate Walsh vs.. vs.. Oldukça renkli geçen törende bu isimlerden en şık olanı siz seçin :)
ESPY Awards (ESPY Ödülleri), Amerika’daki kablolu kanallardan biri olan ESPN adlı spor kanalının 1993 ‘den beri her yıl organize ettiği ve Excellence in Sports Performance Yearly Awards anlamına gelen ödül törenidir. Aynı televizyon için Emmy, film için Oscar, müzik için Grammy gibi….






















--> Haberin devamını okumak için tıklayın(Click to Read Source)...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder