13 Ağustos 2008 Çarşamba

Bir çocuk ve gençlik markası nasıl yaratılır?








Bu sorunun cevabını bulmak isteyenlere, Gün-ışığı Kitaplığı’nın yaratıcısı Mine Soysal’la konuşmalarını öneririm. Önümüzdeki günlerde yaklaşık seksen sayfalık bir katalogla güz dönemine başlayacak Günışığı Kitaplığı, çocuklarımızın, gençlerimizin yolunu aydınlatacak kitaplar yayımlıyor.

Mine Soysal ne istediğini çok iyi bilen, sakin, sabırlı, soru soran, cevaplar arayan, yılmadan çalışan gerçek bir maraton yarışçısı. Kalıcı işler yapmak istiyor, okurlarını önemsiyor, onlarla devamlı bir diyalog içinde olmaya çalışıyor. “Çocukları ve gençleri ihtiyaçları olan duygularla karşılamak istiyoruz” diyerek okulları geziyor, onlara kulak veriyor.

ÖNEMLİ BİR MARKA

Günışığı Kitaplığı, yayıncılıkta önemli bir marka durumunda. Bu başarının gerisinde sağlam bir strateji, doğru bir ürün yönetimi ve çağdaş bir pazarlama anlayışı var. Mine Soysal, bir arkeolog. Tarihin büyüklüğü, zamanın derinliği karşısında insanların ufacık kaldığını içselleştirmiş bir aydın. Markanın doğuş öyküsünü anlatırken kazıları anımsıyor ve yayıncılığı bir nehre benzetiyor.

“Fırat kıyısında çok çalıştım. Fırat bazen derinleşir, deli gibi akar, ürkütücü olur. Bazen de bir ovaya yayılır, genişler, sakinleşir. Yayıncılık da böyledir” diyerek öykülerle dolu Günışığı nehrine devamlı yeni akarsular eklemeye çalışıyor.

İDEALİN ÜRÜNÜ

 3-8, 8-12 ve 12+ yaş aralıkları için, 3 kulvarda yayıncılık yapan şirket, 1996’da kurulmuş. Mine Soysal, o günlerde çocuk ve genç edebiyatı üzerine odaklanmış sadece birkaç şirket olduğunu anlatıyor. Bugün rakam 300’ler civarına ulaşmış. Soysal, büyümeye rağmen nitelikli yayın yapan kuruluşların sayısının 10’u geçmediğine dikkat çekiyor.

Günışığı Kitapları bir idealin ürünü. Kitap okumayan insanların ülkesinde, gençlere kitabı sevdirmek için yaratılmış. Mine Soysal işe başladıklarında gerçek pazar hakkında pek bilgileri olmadığını, ilk sekiz yıl kitaplarının dağıtımını kendilerinin üstlendiğini anlatıyor.
“İşin ucunu bırakmadık, müşteriyle ilişkiyi birebir biz kurduk, öğrenme katsayımızı artırdık, yoğun bir eğitim sürecinden geçtik, yayıncılığın nasıl olması, çocukların neler okuması gerektiğini öğrendik” diyor.

Kitaplarla ‘çocuklara dokunmak’ ve onlarda ‘küçük değişikliklere neden olmak’ için çalışıyor.

Günışığı, 170 kitaba ulaşmış durumda. Ürün yelpazeleri planlı bir biçimde gelişiyor.
Mine Soysal, geçmişi kısaca “İlk 10 yılı gerçek bir kamp hayatı şeklinde yaşadık. İlk 5 yılımızda hiçbir şey kazanmadık. Ancak, inat ettik. Dünya standartlarında yayıncılık yapmaya kararlıydık” sözleriyle özetliyor.
Yayıncılık dünyasında artık kitapların ‘içinin ne olduğu değil, nasıl süslenip pazarlandığının önemli’ olmasından dertli.


USTALARLA GÖNÜL KÖPRÜSÜ

Günışığı Kitaplığı’nın Köprü Kitaplar isimli yeni bir kitap grubu var. Mine Soysal kitapları ‘genç kâşifler için umulmayan yeni köprüler açmaları’ dileğiyle derliyor.

Diziyi yayına, Mine Soysal’ın kız kardeşi Müren Beykan hazırlıyor. Kitapların editörlüğünü ünlü eleştirmen ve yazar Semih Gümüş üstlenmiş. Semih Gümüş, Türkçenin dil ustalarının geçmişte çocuklar ve gençler için yazdığı yapıtlar arasından kitaplar seçiyor.
Çağdaş ustalar proje için yeni eserler yaratıyor. Necati Tosuner’in Keleş Osman, Ayhan Bozfırat’ın Sokakta Tek Başına’sından sonra, sırada Ömer Seyfettin var.

Türkçenin yabancı etkilerden arındırılmasına öncülük eden, önemli usta Ömer Seyfettin’in gülümseten öyküleri Sivrisinek adı altında toplanmış.


ÇOCUKLARA DAİR GÖZLEMLER

Mine Soysal, okurunu yakından tanımak için okul okul dolaşıyor. Bugüne kadar İstanbul, İzmir ve Bursa başta olmak üzere pek çok ile gitmiş, yaklaşık 40 bin öğrenciyle ‘kitap okuma halleri’ni tartışmış. Çocukların yaşam biçimlerini, beklentilerini, isteklerini anlamaya çalışmış. Gözlemlerini şu cümlelerle özetliyor:

  • Çocukların çoğu yalnız büyüyor. Anne ve babalar okul taksitlerini ödemek için uğraşıyor. Eskiden olduğu gibi evde aile büyükleri de yok. Çocuğun ağabeyi, ablası olsa bile, onlar kendi hayatlarını yaşıyor. Büyükler eve geldiklerinde de tablo değişmiyor. Rutin dışında paylaşım olmuyor.
  • Bilgisayarlarına çok bağlılar. Onu bir canlı gibi kullanıyorlar. Bu ilişkiyi eleştirmemek, doğru anlamak gerekli. Çok önemli bir bağ var ortada.
  • Harçlıklarını kendi seçimleriyle harcama hakkına sahipler. Özel okullarda ya da büyük bölge okullarında okuyan çocukların kitap satın alma gücü var.
    Mine Soysal, kitaplarla bu yalnız çocuklara ulaşmak ve onların yaşamlarını değiştirmek için uğraşıyor. Yılda 25 yeni kitap yayımlıyor.  Çıkardığı tüm kitapların, her yıl yeniden basılabilir nitelikte olmasına çalışıyor. Kitabın lüks tüketim ürünü olarak görülmesi ve yüzde 18 KDV’yle satılmasının yayıncılığın önündeki en büyük engel olduğu kanısında. Piyasanın edebi tadı olmayan, özensizce hazırlanmış ‘hasarlı kitaplar’la dolduğuna işaret ediyor; öte yandan siyasi propaganda aracı olan kitapların, çocuklara ücretsiz olarak dağıtılmasının ürkütücü boyutuna dikkat çekiyor.



--> Haberin devamını okumak için tıklayın(Click to Read Source)...

Ülkemiz kadar itibarımızı da sevmeliyiz






Acı haberler, yürek parçalayan görüntüler, bol bilinmeyenli denklemler, suçlamalar ve eleştiriler arasında hepimiz zor günler yaşıyoruz. Kapıları dışarıdan kapatılmış, hiçbir durakta durmadan, hızla toplama kampına doğru yol alan bir trenin tutsakları gibiyiz. Böyle bir ortamda çalışmak da, yatırım planları yapmak da zor.

Son aylarda Anadolu’daki pek çok ilde yatırımcılarla konuşma fırsatım oldu. İşadamları sohbetlerimizde, emeklerinin karşılığını alamadıklarından, piyasadaki karamsarlığın olumsuz etkilerinden ve küresel rekabetten dert yandı. Ancak her şeye rağmen yatırımlarını sürdüreceklerini dile getirdiler. Sohbetlerin ortak noktası, genel olarak Türk ürünlerinin katma değerinin düşüklüğüydü.

Ürünlerimiz, doğal ve tarihi mirasımız, hizmetlerimiz ve insan kaynaklarımızın değerini algılar belirliyor. Türkiye markasının gölgesi, ülkemizde yaratılan her şeyin üzerine düşüyor, rekabetteki konumu belirliyor. Patlayan bir bomba turizmde panik yaratıyor; hormonlu domatesler tarımda, çalınmış makaleler akademik dünyada, hükümetteki sorunlar dış yatırımcıların planlarında yankılanıyor. Türkiye’den yola çıkan her kuruluşun ‘taksimetresi’ eksiyle açılıyor. Türk yatırımcı, ürününün kalitesini, üstün yanlarını anlatmak için rakiplerinden çok daha fazla uğraşıyor ve çoğu kez en yüksek değerini elde edemeden satış yapmak zorunda kalıyor.

KAYNAKLAR BOŞA HARCANIYOR

‘Made in Turkey’ yalnızca bir etiket olarak görüldüğü, ülkemizin algı yönetimi uzman olmayan kişilere emanet edildiği için tanıtım kaynaklarımız genellikle boşa harcanıyor. Kimse de hesabını sormuyor, soramıyor. Oysa Türkiye markasının değerini artırmak bir ulusal hedef haline getirilmeli, konuya bilimsel bir açıyla ve uzun vadeli planlarla yaklaşılmalı. Dünyada İspanya, Japonya, Kore, İrlanda gibi çok başarılı örnekler, uzmanlar ve biliminsanları var. Adı sanı duyulmamış şirketlere şaibeli ihalelerle reklam kampanyası yaptırmaktan, kalabalık heyetlerle yurtdışı geziler düzenlemekten öte ciddi yaklaşımlar gerekiyor. Sağlam stratejiler olmadan bir yere varılmadığı kesin.
Ülkemizin markasını, bayrağımızı özen, sevgi, saygıyla korumalı ve en başarılı ticari markalar kadar sağlam stratejilerle yönetmeliyiz. Ülkemizi sevdiğimiz kadar itibarımızı da sevmeliyiz.

Fatoş Karahasan




--> Haberin devamını okumak için tıklayın(Click to Read Source)...

Hiç yorum yok: