8 Mayıs 2008 Perşembe

Fenerbahçe mükemmel marka yönetiminin ödülünü alıyor







Fenerbahçe taraftarlarının Chelsea maçı sonrası yaşadıkları büyük coşkuyu bir Galatasaraylı olarak imrenerek izliyorum. Galatasaray, son yıllarda kendi iç dertleriyle uğraştı, politika yapmaktan markasını yönetmeye bir türlü fırsat bulamadı.

UEFA Kupası yıllarında,  dünyanın dört bir yanında tanınmayı başarmış bir markayken, yıllardır geçmişin mirasından beslendi, eldekini giderek tüketti. Oysa Fenerbahçe büyük bir tutarlılık, tek seslilik ve yaratıcılıkla markasına sahip çıktı, onu gençleştirdi, modernleştirdi ve Türk futbolu için dünya çapında altın sayfalar yazan bir kulüp haline geldi. Fenerbahçe neleri doğru yaptı? Bu soruyu marka yönetim ilkeleriyle yanıtlamaya çalışalım.

1-  Öncelikle markaya iyi günde, kötü günde sahip çıkacak, ona gönülden bağlı, az konuşan, çok çalışan, delikanlı bir CEO bulundu. Aziz Yıldırım eleştirilere kulağını tıkadı. Takımı fırtınalı yolculuklar boyunca yalnız bırakmadı. Hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı.

2-  CEO ‘satış noktasına’ büyük yatırım yaptı. Fenerbahçe stadı, Kadıköy’ün kalbinde dosta düşmana gövde gösterisi yapan, dev bir futbol tapınağına dönüştü. Taraftarların gurur duyduğu stadda, müthiş bir enerji oluştu.

3-  Coşku beraberinde galibiyetler getirdikçe, markanın değeri yükseldi. Bunun sonucunda yönetimin yıldız oyuncuları çekme kabiliyeti de arttı.

4-  ‘Ürün’de sürekli yenilik yapıldı. Takım renkli isimlerle gündeme oturdu. Roberto Carlos’un gelişi dünya basınının ilgisini artıran unsurlardan biri oldu. Böylece Fenerbahçe’nin küresel algısı da değişmeye başladı.

5-  ‘Marka kullanıcılarının’, yani taraftarların birliktelik ve aidiyet ruhunun artırılması için yeni bir alt marka ‘Fenerium’ yaratıldı. Fenerium mağazalarıyla markanın pazarlama etkinliklerine taptaze bir soluk geldi. Taraftarlar markalarına duydukları güveni, saygıyı, sevgiyi, aşkı Fenerium ürünleri aracılığıyla çevrelerine gösterme imkânı buldu. Bu arada kulübün kasasına da yeni bir kaynak yaratıldı.

6-  Markanın pazarlaması her alandan yapıldı. Başarı geldikçe yeni nesil, Fenerbahçe’ye yöneldi. Gençler sahip çıktıkça markanın dinamizmi arttı. Maçlara gelen kadın taraftarlar çoğaldı. Maçlar şölen havasında geçtikçe, takım hakkında medyada yazılanlar renklendi. Camia, kulüp, medya, taraftar ve oyuncular birlikte Fenerbahçe markasını uçurdu.

7-  Fenerbahçe camiası, takımlarını gerçek bir aşk markası haline getirmenin gururuyla beklentilerini daha da yükseltti. İnanç mucizelere zemin hazırladı. Sonuçta Fenerbahçe tarihinin en büyük başarılarına imza attı. Bugün taraftarlar için maç kazanmak da yeterli olmuyor, takımlarından sürprizler, heyecanlar ve hatta mucizeler bekliyorlar.
Şeyhi müritleri uçururmuş. Fenerbahçe’yi de markayı doğru yöneten Kulüp Başkanı ve ekibi uçuruyor. Darısı Türkiye markasının başına. Bu harika ülkede, bu genç nüfusla hâlâ patinaj yapıp birbirimizi yemekle zaman kaybediyoruz.


SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİ İÇİN STRATEJİ DEĞİL, YÜREK GEREKİYOR

Son dönemin en gözde kavramlarından biri, kurumsal sosyal sorumluluk. Tüketicilerin gönlüne taht kurmanın yolunun ona hizmet etmekten geçtiğini giderek herkes kabul ediyor. Başta dev küresel kuruluşlar olmak üzere, pek çok şirket fark yaratacak sosyal sorumluluk projeleri yapmak için çabalıyor. Pazarlama bütçelerinin bir kısmı reklamlara değil, kamuya hizmet edecek projelere ayrılıyor. Burada belirleyici olan unsur sürdürülebilirlik. Dikkat çekici, akılda kalıcı işler yapabilmek ve verimli sonuçlar alabilmek için süreklilik şart. Sürdürülebilir olmanın sırrı ise işe yüreğine koymak, inanmak ve her koşulda projeye sahip çıkmak.

Türkiye’nin dört bir yanına ağaç taşımayı, temiz tuvalet anlayışını yerleştirmeyi ve tarihe sahip çıkmayı kendisine görev edinen Opet, gücünü Yönetim Kurulu Üyesi Nurten Öztürk’ün yüreğinden alıyor. Başarılı bir iş kadını olmayı kendisine yeterli görmeyen Öztürk, insanların yaşam kalitesini artırabilecek irili, ufaklı onlarca projeye destek vererek ruhunu beslemeyi tercih ediyor. Opet 2004’te Nurten Öztürk’ün önderliğinde ‘Yeşili kaybeden yaşamı kaybeder’ sloganıyla akaryakıt istasyonları ve çevresindeki 1,5 kilometrelik alanın ağaçlandırılması için çalışmalara başladı. Bugüne kadar 396 istasyonda peyzaj çalışmaları tamamlandı, 323 bin 529 ağaç dikildi. Şubat 2006’da başlatılan ‘Tarihe Saygı Projesi’, tarihi Gelibolu Yarımadası’nın doğal dokusunu koruyarak çağdaş bir görünüme kavuşturmayı hedefledi. Alçıtepe, Seddülbahir, Bigalı, Kilitbahir ve Büyük Anafarta köylerinin rehabilitasyonu tamamlanarak bölge yeni bir çehreye kavuşturuldu.

Geçen hafta, görüştüğüm Nurten Öztürk projeyi tamamladıklarını, son noktayı da 17 Mart’ta açtıkları Tarihe Saygı Parkı’yla koyduklarını anlattı. Öztürk yola devam ediyor, yeni projeler var kafasında. Eline, yüreğine sağlık...



--> Haberin devamını okumak için tıklayın(Click to Read Source)...

Polis Teşkilatının algı yönetiminde dikkati çekenler





Polis Teşkilatı’nın 163. kuruluş yıldönümü dolayısıyla düzenlenen iletişim kampanyasına aralarında  Tarkan, Ebru Gündeş, Metin Akpınar gibi sanatçıların da olduğu pekçok tanınmış isim destek verdi. “Sanatçı olmasaydık polis olmak isterdik” diyerek, hem yeni meslek seçecek gençlere davetiye çıkardılar hem de mevcut kadrolara moral verdiler.

Televizyon reklamlarında polisler, kamuoyuna “Canımız pahasına görev başındayız” diyerek zor çalışma koşullarını hatırlattı. 8 Nisan gecesi, evde televizyonun başındaydım. Fenerbahçe-Chelsea maçı yayını sırasında, ‘Var mısın Yok musun’ programında şehit kızı, genç bir kadın polis yarışıyordu. Gencecik Müge’nin öyküsü yürek parçalayıcıydı. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah yarışmayı en ön sıradan izledi. Yarışmacıya destek vermek için gelen polislerin de katkısıyla, ortaya duygu dolu bir program çıktı.

Polis, vatandaşın canının, malının, namusunun bekçisidir. Gerçekten zor koşullarda,  imkânsızlıklar içinde, büyük fedakârlıkla çalışan polislerimiz var. Gönlümüz genç, duyarlı, vatandaşa saygılı polislerimizin sayısının artmasını diliyor. Öte yandan, madalyonun arka yüzünde ürküten, korkutan, kaygılandıran vakaların da sonu gelmiyor. Algı yönetiminde gidilen yolda, Teşkilat’ın bir sonraki basamakta etkinlikler, rakamlar, yakalanan suçlular, çözülen faili meçhullerle ilgili bilgi vermesi lazım. Olumsuz düşünceleri değiştirmenin ve kalplere seslenmenin yolu, beyinleri ikna etmekten geçiyor.

HALK İLİŞKİLER REKORTMENLİĞİ

Global ekonomi yavaşlıyor, ancak halkla ilişkiler sektörü bu trendin tam aksine bir gelişme gösteriyor. İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği (İDA) Başkanı, sevgili dostum, Necla Zarakol 2008’de sektörün yüzde 20 oranında büyüyeceğini öngörüyor.

Zarakol’dan aldığım bilgilere göre, ICCO (International Communications Consultancy Organisation/Uluslararası İletişim Danışmanları Örgütü) tarafından Türkiye’nin de içinde bulunduğu 22 ülkede bir araştırma yaptırılmış. Sonuçlar, halkla ilişkiler sektörünün 2007’de rekor bir büyüme kaydettiğini ortaya koyuyor. Araştırmanın yapıldığı 22 ülke arasında bir önceki yıla göre en fazla gelir artışı kaydeden ülke ise Türkiye olmuş.

İDA Başkanı Necla Zarakol’a göre 2007’deki büyümenin nedeni, finans ve gayrimenkul piyasasındaki gelişmeler ve turizmdeki canlılık. Zarakol 2008’de sektördeki büyümenin istikrarlı biçimde süreceğini düşünüyor ve şu öngörüde bulunuyor: “Yaşanan belirsizlik, sağlıklı çalışan kurumların iletişim ihtiyacını daha fazla ortaya koyuyor. Ülkemiz ekonomisinin sıkıntılı dönemler yaşadığı 2001 yılında profesyonel iletişim hizmeti alan şirketler bunun faydasını görmüş ve bu dönemde sektörlerinde fark yaratmıştı. Tüm dünyada yaşanan durgunluğun yanı sıra ülkemizde yaşanan belirsizlik ortamında profesyonel iletişim desteği alan firmalar bu süreci daha sağlıklı atlatacak. Geçtiğimiz yıl büyümede bir sıçrama yapan dernek üyesi şirketlerimizin 2008’de de benzer bir performans yakalayacağını düşünüyorum. Bütün belirsizliklere rağmen bu yılki büyümemizin yüzde 20’nin altında kalmasını beklemiyorum.”


AKBANK'IN FESTİVALLE MARKA YÖNETİMİ

İstanbul Film Festivali ana sponsoru Akbank’ın festival için hazırladığı reklam filmine bayılıyorum. Bir sinema âşığı olarak festivalle gurur duyarım. İstanbul’un küresel bir kent olduğunu hatırlatır öncelikle. Festival başlayınca Beyoğlu şenlenir, salonlara ruh gelir.

Akbank’ın sponsor olarak festivale verdiği maddi desteğe teşekkürler öncelikle. Marka yönetimi açısından da doğru bir adım.

Festivalle aynı ortamın içinde yer almanın Akbank’ın marka algısına çok şey kattığı kesin. Yayınlanmakta olan tanıtım filmine gelince, harika bir çalışma olmuş. Belli ki sinemayı seven, festival sırasında bir salondan ötekine koşuşturan bir ekibin elinden çıkmış.


MARLBORO CLASSICS’LE RAKAMLAR

Philip Morris, yıllar önce sigara reklam yasaklarının yeni konuşulduğu günlerde, müthiş bir atakla Marlboro Classics markasını yaratmıştı. Bir pazarlama ekolü olan Philip Morris, geleceği önceden görebilen bir kuruluş. Dünyanın en değerli markalarından olan Marlboro’yu her zaman son derece başarılı bir biçimde yönetti, pek çok ülkede pazar lideri konumuna yerleştirdi. Marlboro’nun, kovboylar dünyasının özgürlük ve erkeklik vaatleri üzerine kurulan küresel marka kimliği belleklere yerleşti. Reklamlar kısıtlansa da, yasaklansa da Marlboro’nun pazar payı her zaman baki. Hatta reklam yasağı en çok Marlboro’nun işine yarıyor. Yasaklı bir ortamda, pazara yeni oyuncuların girmesi, iletişim kurarak pay almaları mümkün olmuyor. Türkiye gibi reklamın hiçbir türüne yer verilmeyen bir ülkede, Marlboro Classics aracılığıyla iletişimi sürdürebilmek için gerçekten bir pazarlama dahisi olmak gerekir. Satılan tekstil ürünü de olsa, akıllara yalnızca Marlboro geliyor.




--> Haberin devamını okumak için tıklayın(Click to Read Source)...

Hiç yorum yok: