Özlem Öztürk bizimle çok keyifli sorulardan oluşan bir ropörtaj yaptı. Aslına bakarsanız yazın ortasında yaptı ancak herkesin bir yerlere gittiği bir zamanda kolay olmadı toparlayabilmek ki bugüne kaldı yayınlanması. Bugün gazetede okuyabilirsiniz. Benim gibi gazeteye ulaşamıyorsanız şuradan okuyabilirsiniz. Tüm soru ve cevapları ise aşağıda. İlgisi ve beğenisi için çok teşekkürler...
Moda blog yazarlığına nasıl başladınız, ya da benim tabirimle nasıl bulaştınız? :)
Aslında 2005 senesinden beri blogum var. Ancak bu bir nevi günlüktü. Geçtiğimiz sonbaharda bir şirkete bağlı çalışmayı bırakınca bu konuda bir blog açma fikri doğdu. Ve modanın mutfağından geldiğim için adını “Moda Mutfağı” koydum.
Eleştirel diliniz, Türkiye'deki moda dergileriyle kıyaslandığında oldukça cesur. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Blogların gücü de buradan geliyor. Burada editör de yazar da biziz. Dolayısıyla ne bir sponsora, ne de patrona bağlıyız. Cesur olabilmemiz kaçınılmaz.
Eleştirdiğiniz bir modacıdan tepki aldınız mı?
Çok keskin bir dilim yok. Bugüne kadar sadece bir modacıyı eleştirdim, onu da giydirdiği insanların yönlendirmiş olabileceğini düşünüyorum çünkü giydikleri felaketti, o modacıya ait olduğuna inanamadım. Modacıları eleştirme taraftarı değilim çünkü yaratıcılığın sınırları herkes için farklıdır. Ben pek fazla olmasa da daha ziyade yanlış seçimler gördüğümde bunun üzerine yorum yapıyorum.
Hepiniz kopya ve korsan konusunda çok tepkilisiniz, bence çok doğru bir yaklaşım. Türk modası kopyayı mı seviyor yoksa esinlenmekten yana mı? Ya da benim bu varsayımlarımı bir kenara bırakırsak Türk modası kendine özgü mü?
Son birkaç yıldır moda sektöründe yaratıcılığı teşvik eden yarışmalar, genç modacılara destek ve yurtdışına açılan marka sayımız arttıkça adına esinlenme dedikleri kopyalama da azalıyor. Ama ne yazık ki hala fena halde kopyacıyız. Bunu anlamak için biraz dergi karıştırıp vitrinlere bakmaya çıkmak yeterli.
Türk modasını dünyadaki akımlarıyla kıyaslarsak yerimiz neresi?
Bunu söylemek çok üzücü ama hala dünya moda sektöründe adımız yok. Gönül ister ki Paris, Milano, New York ve Londra moda haftaları ile birlikte İstanbul moda haftası da anılsın. Türkiye’de tekstil sektörü aslında çok güçlü. Son düzenlenen moda haftalarında bir çok Lübnanlı modacı vardı. Onları, bizim son derece yaratıcı olan modacılarımızı ve hatta belki bir çok yeni ismi İstanbul moda haftasında görmek ülkemizi çok iyi bir noktaya getirebilir.Wgsn gibi bir çok site ülkemizden etkilenen modacıları, İstanbul’u ve buradaki sokak modasını işliyor. Manolo Blahnik gibi.Zamanla Türk modası dünya akımlarında daha fazla yer edinecek, ama şu an yerimiz küçük.
Marka delisi olmak kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz? Hangi markalar delisi olunmayı hak ediyor?
O kadar çok marka var, o kadar yeni tasarımlar, o kadar farklı akımlar var ki bir markaya bağlı kalmak delilik olur. Ancak kimi tasarımcılar var ki hayran kalmamak elde değil. Klasikleşen ismini çizgisinden ayrılmadan yenileyen Chanel ve hayranlığımı blogumda da her zaman ifade ettiğim Alexander McQueen gibi.
2008de insanlar sokakta neler giyecek?
2008 yazı çok renkli. Çiçekli elbiseler, beyaz jeanlerle giyilen canlı renkler, gösterişli takılar, sandaletler, iri çantalar ve sloganlı tşirtler. Kışa doğru renkler solacak ama geçtiğimiz kışlara nazaran daha cesur kolleksiyonlar bekliyor bizi. Griye ve dikkat çekici çizmelere dikkat.
Dolabınızı açsak neler çıkar?
Bu yaz için bir çok desenli elbise çıkar. Düz siyah ve beyaz tşirtler, jeanler ve canlı renklerde bluzlar. Bu yazın en sevdiğim detayı kolaylıkla bir çok renkte babet bulabilmem oldu.
Bir giysinin ya da durumun moda olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kitlelerin deli gibi o akıma kapılması nasıl bir güdülenmedir?
Geçtiğimiz günlerde bir gazetenin blog ekinde bir yazı ve altında yorumlarla karşılaştım. Özetle moda konusu ile ilgilenmenin gereksiz olduğu ve akıl karı olmadığına dair yorumlar vardı. Cevaben bir şey yazmadım çünkü komik geldi bu bana. Şu anda moda endüstrisinin dünyada aldığı yer küçümsenecek gibi değil. Moda endüstrisini görmezden gelmek, miİyonlarca insanın işsiz kalması, bir çok ülkenin ekonomisinin çökmesi, çok büyük bir ticaret kaybı demek. Moda tutkunu olun olmayın, endüstri o kadar büyüdü, bir çok endüstri ise ona o kadar bağımlı hale geldi ki, geriye dönüşü yok. Sadece giyimde değil, emlakla, otomobil, mobilya, sinema ve basın sektörüyle de bağlantısı var.
Moda dünyadaki akımlardan, siyasetten, savaşlardan, krizlerden, filmlerden, bazen bir isimden etkilenebiliyor,insanların bunlardan etkilenmesi de kaçınılmaz oluyor.
Ama sorudaki “deli gibi” tanımı kesinlikle uyulmaması gereken bir şey. Yoksa ortaya aynı tornadan çıkmış insanlar çıkıyor. Herkesin bir stili olmalı ve moda olanı ona uygulayabilmeli.
Sizin için modacı başlığının altını dolduracak isimler kimler?
Çok isim var. Öyle ki bir gün modacı olunmaz, modacı doğulur derlerse şaşırmayın.
Aksesuvar seçimlerinizden bahseder misiniz?
Renklere, materyale, özgün olmasına önem veririm. Şalları severim.Yarı değerli taşlı klasik takıları seviyorum, her sezon kullanılabiliyor. Bu sezon kalın ama hafif bilezikleri severek kullanıyorum. Eski kemerleri topluyorum. Özellikle 70 li yıllara ait olanları. Bir de çanta tutkum var.
Modayı kıyafetle kıyaslamazsak, ayakkabı, takı ve çanta sektörümüz ne durumda?
Bu sektörlerde de son yıllarda büyük gelişim var. Sadece özgün tasarım konusunda çalışmamız gerekiyor. Ülke olarak her birinde deneyim ve birikime sahibiz, ama sadece işçilikte. Tasarım kısmını es geçiyor firmalar her nedense. Tabii birkaç markayı dahil etmiyorum buraya. Gerçekten tasarım konusunda İtalyanlarla yarışan markalarımız da var.
Blog yazma durumu da yeni gelişti. Aslında bu da yeni bir moda. Bununla ilgili neler söyleceksiniz?
Blog yazmak benim için bir tutku. Bu tutkuya sahip olanlar arttıkça mutlu oluyorum, çünkü insanlar bir şekilde kendisini ifade ediyor, paylaşıyor ve birbirimizden çok şey öğreniyoruz. Bloglarda tanışıp arkadaş olduğum harika insanlar var, bu bir ayrıcalık bence.
Blogcu olmanın moda olmamasını dilerim, zaten buna bağlanan birinin kolay kolay bırakabileceğini de sanmıyorum.
Moda bloglarının ise artmasını isterim. Çünkü burası Türk moda endüstrisini en hızlı ve kolay şekilde dünyaya tanıtabilmemiz, sokak modamızı aktarabilmemiz, bu sektörde bizim de dünyadaki blogculardan farklı olmadığımızı gösterebilmemiz için en iyi yer.
--> Haberin devamını okumak için tıklayın(Click to Read Source)...
Çocuğunuzun eğitiminde dikkat edilmesi gereken hususlar
ocuklar eğitimleri esnasında hem sosyal hem de psikolojik yönden farklı gelişmeler kaydediyorlar. VKV Amerikan Hastanesi Pediatri Bölümü’nden Pedagog Güzide Soyak, çocuğun eğitiminde anne ve babanın tutumu konusunda ipuçları veriyor.
Çocuğun eğitiminde kreş mi, anne mi daha fazla önemlidir?
Çocukluğun ilk yıllarında temel güven duygusunun oluşumunda anne-çocuk ilişkisi çok önemlidir. Anne, çocuğun temel ihtiyaçlarını karşılayan, güvendiği kişidir. Anne-çocuk arasındaki ilişki olumlu geliştiği takdirde çocuğun sosyal yaşamının en önemli adımı olan okul öncesi kurumunu da kabulü kolay olacaktır. İhtiyaçları görülen, saygı gösterilen ve tutarlı davranılan çocuk kendisi ile ilgili olumlu algı geliştirecektir. Okul öncesi kurumlar, çocukların ailesi dışında tanıdığı ilk ve en büyük sosyal ortamdır. Burada ilgi ve becerilerini keşfederken sosyal sınırları da öğrenecektir. Anne dışında ilk defa öğreten ve temel bakımını takip eden bir figürle, öğretmenle karşılaşacaktır. Kavram becerileri gelişirken fiziksel, sosyal ve duygusal gelişimi de hızlanacaktır.
Anne – babanın tutumu nasıl olmalıdır?
Genel tutumlarımız içinde aşırı koruyucu davranma dikkat çekmektedir. Çocukların hangi yaş döneminde, hangi beceriyi kazanması gerektiği bilinmekle birlikte daha kısa sürede yapılan ve kendilerinin uğraşmasını en aza indiren anne merkezli eğitim tercih edilmektedir. Tuvalet eğitiminin kazanılması için acele ederken 3 yaşındaki çocuğun kendi başına yemek yemesine izin verilmemektedir. Zamanında kazanılmayan temel beceriler ilerleyen yıllarda sorumluluklarını üzerine almaktan kaçan çocuk tablosunu ortaya çıkartmaktadır. Sürekli hatırlatılan beceriler anne-çocuk ilişkisinin bozulmasına neden olmaktadır. Bağımlı ilişki, çatışmalı ilişkiye kolaylıkla dönmektedir.
Okula başlama yaşı kaç olmalıdır?
2 yaş sonrasında oyun grupları adı altında çocuğun sadece 2-3 yaşıtı ile serbest oyun oynadığı, annelerinin yanından ayrılmadığı en fazla 2 saatlik yuva deneyimi ile başlanabilir. Haftanın bir-iki günü bu tekrarlanabilir. Bu dönemde farklı ortama alışan ve anneyi daha az kontrol eden çocuklar için ayrılmanın dikkatli düzenlendiği bir yuvada 3 yaş sonrasında her gün 3 saatlik programlara katılınabilir. Çocuğun uyumuna bakılarak süre ve gün artırılabilir.
Kreş ve yuvaların çocuğun sosyal ve psikolojik gelişimindeki önemi nedir?
Çocuk anaokulunda sosyal kabul ve sınırları öğrenir. Beraber yapılan temel becerilere yönelik tekrarlar gelişmesini sağlar. Arkadaşları ile yemek yerken, oyun oynarken bireysel değil, grup sınırlarını da öğrenir. Becerileri gelişen çocuk kendini keşfeder. Diğer çocuklarla arasındaki farkı görür. Rekabet duygusu gelişir. Bebeksi, bağımlı davranış tepkileri kabul edilmediği için sorumluluklarını süratle üstüne alır. Duygusal gelişimi de hızla ilerler.
Anneye bağlılığın yararları ya da zararları neler olabilir?
Bebekliğin ilk yıllarında anne-bebek arasında bağımlı bir ilişki vardır. Bebeğin bakımından sorumlu kişi annedir. İhtiyaçları karşılanırken annenin tutarlı ve yeterli ilgisi temel güven duygusunun da oluşmasını sağlar. Anne-çocuk arasındaki bu bağımlı ilişkinin çocuğun becerilerinin gelişmesi ve bireyselleşmesinin artması ile azalması beklenir.
--> Haberin devamını okumak için tıklayın(Click to Read Source)...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder